Huzur Dolu Bir Sabah Sizin Olsun...

Huzur dolu bir sabah...
Süt kokan koridorlar...
Sımsıcak bir dokunuş...
Sizin olsun, Sevgiyle...


Lilypie 3rd Birthday Ticker

22 Ocak 2008 Salı

Keyifli Bir Sabah...



Saatime baktım tam 10:30, bu demek oluyor ki daha 30 dk var- sadece bana ait-Heyoo:) Havada nasıl güneşli bugün, deniz pırıl pırıl... Acaba burdan taşınınca sabahları ve akşamüstleri denize bakmayı özleyecek miyim diye düşünüyorum? Neyse daha Nisan'a var, hayat bu belli mi olur. Aferin diyorum kendime bak yavaş yavaş uzun vadeli planlar yapmamayı öğreniyorsun, tam 30 seneni aldı ama olsun:) Neyse nerde kalmıştık...Hemen kendime özenle bir kahve tepsisi hazırlıyorum ( bol köpüklü bir şekerli kahve, su, minik çikolatalardan; sabahları insanların kendisini şımartması lazım değil mi ya?:)). Maillarıma şöyle bir göz gezdirip, blog'u ma bakıp (neye bakıyorsam babam, Topak, annem ve Hakan dışında yorum yapan olmadı, onlarda sözle olarak; yani online ama nerdeyse tam günlük tadında oldu bu blog, olsun.), hazırlanmam lazım.


21.yüzyıl kadınları...



Geçen hafta bakıcım ( yani Kaan'ın bakıcıs:) ) gittiği için, annem burdaydı. Ancak bu Pazar geri döndü; dolayısıyla geçtiğimiz haftasonu rahat rahat dışarı çıkabileceğim ve sabahın köründe uyanmak zorunda kalmayacağım tek haftasonuydu. Cumartesi gecesi yaşanan kısa bir konuşma üzerine düşünmeden ve buraya yazmadan edemedim. Hakan Cuma akşamı arkadaşlarıyla dışardaydı, bizde annemle evdeydik. Sonra Cumartesi gecesi Hakan dışarı çıkmak istemedi bense nefes alabileceğim son hafta olduğu için sinemaya gitmek istedim. Annem Hakan'la gitmem konusunda ısrarcıydı. Sonunda dedim ki ben tek başıma sinemaya gidiyorum. İşte o an annemin suratındaki dehşet ifadeyi görmeniz gerekirdi! Şimdi düşündükçe gülmeden edemiyorum. Ben evli barklı çocuklu kadın 21:30 matinesine sinemaya tek başıma mı gidecektim?? Aman allahım, anneme göre ne büyük bir hata! Oysa benimkisi oldukça masum bir istekti, canım sıkılmıştı ve sinemaya gidip, 1.5 saat film izleyip eve gelecektim. Ama anneme göre gece evli bir kadın tek başına, hemde! kocası evde oturuyorken... İşte size kuşak çatışması. İşte o an aslında biz kadınların, belki de Türkiye'de yaşayanların, eğitimli- cahil, fakir-zengin, büyükşehirli-taşralı, özgürlüğünün ne kadar kısıtlı olduğunu annemin büyüyen gözlerindeki o dehşet içerisindeki bakıştan anladım. Oysa ben bir kadın değil yetişkin bir birey olarak akşam tek başıma sinemaya gidebilmeliyim, canım isterse bir cafede otururken yemeğin yanında- tek başımada olsa- bir kadeh şarap içebilmeliyim, hatta bir haftasonu 1,5 güncük istediğim bir şehire turistik gezi yapabilmeliyim. Bu demek değilki aile bağına zarar verecek, genel ahlak düzenine aykırı şeyler yapacağım; sadece ve sadece özgür bir birey olarak kendimle başbaşa kalacağım. Aynı şeyi eşimde yapabilmeli ve aslında biliyoruz ki istese yapar ve kimse ona dehşet gözlerle bakmaz. İşte bu haksızlık değil mi? Deniyorki batı toplumları işte bunları özgür bıraktığı için giderek yozlaşıyor. Acaba biz insanlar nerede dur diyeceğimizi bilemiyor muyuz, yani bir özgürlük tanındığında hep daha fazlasını mı istiyoruz, işte annem o yüzden mi öyle bakıyor? Ya da yeterince birbirimize güvensek bu sorular, bakışlar olur mu hiç? Evliliği nasıl algılıyoruz ya da nasıl algılamalıyız? Şimdiye kadar hep ailesinin istekleri- dikte edilmese bile - ve mutluluğu yönünde hareket etmiş 30 yaşına gelmiş bir kadın bile hala annesinin beklentileri yönünde hareket etmeye çalışıyorsa bu doğru mudur, yanlış mı? Sorular sorular... Sonuç mu? Sinemaya Hakan'la gittik.



Belki tüm bunlardan ya da yaşlandığımdan:) daha ruhani kitaplara yöneldim, gerçi hep severdim... Olurda okuyan olursa yazdıklarımı ya da ilerde ben ne okuyormuşum diye dönüp bakmak istersem diye yeni aldığım kitaplar; Elizabeth Gilbert'in 'Ye, Dua et, Sev' isimli kitabı ( Bir kadının İtalya, Hindistan ve Endonezya boyunca içsel yolculuğu diye tanımlıyor), Paulo Coelho'nun ' Portobello Cadısı' (Athena'nın en büyük sorunu 21. yüzyılda yaşayan bir 22. yüzyıl kadını olması ve bu gerçeği hiç gizleyememesiydi diye tanımlıyor)... Daha kitaplara başlamadım ama şimdiden şiddetle tavsiye edebilir mişim gibi geliyor.



Güneş parlıyor, kulağımda Teoman'ın güzel ''hikaye- şarkıları''(şarkılarını böyle tanımlamak bana en uygunu gibi geliyor) ve zaman doldu. Huzur dolu bir sabah da sizin olsun....

8 Ocak 2008 Salı

Nostalji 2

Minik Müge, Hani şu beyaz gömlekli, saçları ortadan ayrılmış küçük kız:)) İnanabiliyor musunuz?


Kaan'ın vesikalık fotoğrafı dayısının emzikli fotoğrafının yanında yerini aldı:)

Arkadaşlar, anneler, babalar, dayılar, bekarlar, amcalar, teyzeler, halalar zaman çok ama çok hızlı geçiyor. Hayatımızı ona göre yaşamaya çalışalım derim. En azından denesek:)

Nostalji...:)








Annanneeeee&Kaan arabanın arkasında da ayrılmadılar:)







Bugün benim için oldukça nostaljik ve çok keyifli bir gündü. Çocukluğumun yaklaşık her Şubat tatilini kalabalık bir aile grubuyla geçirdiğim Babanemin evinde bu sefer oğlumlaydım. Kalabalık aile derken, biraz daha hayal etmeyi kolaylaştırmak için; annem, ben ve kardeşim hariç olmak üzere 3 amca, 3 hala, eşleri ve yaklaşık 9 kuzenden bahsediyorum:) Büyüklerin masası, küçüklerin masası, büyüklerin odaları, küçüklerin odaları, sabaha kadar gizlice oynan oyunlar, bol gülmeler, hep birlikte yapılan sabah kahvaltıları, bakkala gitmemek için uydurulan bahaneler, colo-cola eşliğinde ayçiçekli sohbetler...












Artık hepimiz büyüdük, bu arada ikinci en büyük torun olarak evlenen ilk ben oldum ve dolayısıyla Kaan'a gösterilen ilginin boyutlarının siz düşünün:) Adanalı bir ailenin en büyük oğlunun ilk torunu, tabi erkek:)) İşte Kaan Bey bugün halamları ve babanemi halı üstünde bol bol oyun oynattı kendisiyle. Babamın deyişiyle ' anasının mutfağında' tam da dedesinin yerinde uzandı güneşe karşı, bizim oturmak için ortaokul yaşlarına gelmeyi beklediğimiz büyüklerin yemek masasında yemeğini yedi, şimdi 25 yaşında olan dayısının altında oynadığı sehpanın altına bu sefer o arabalarını dizdi, bizim ailenin odasındaki yatakta, evdeki en rahat yataktır, yattı... Daha ne olsun! O zamanlar hiçte hayal edemeyeceğim şekilde oğlum benim yaptıklarımı yaptı. Hayat hiçbir zaman tahmin edilemeyecek bir hızla akıyor. Aslında yaşanılan üzüntüler, sevinçler ne kadar boş geliyor bazen, zaman bu kadar hızlı akarken. Birazda ürkütücü gerçekten bir bakıyorsunuz 8 yaşındasınız, bir bakmışsınız 30 sonra 45 sonra 60 sonra babanem gibi 85...Ürkütücü mü heycanlı mı karar veremedim...



Küçük Tankut Gürsoy:)




5 Ocak 2008 Cumartesi

Küçük Bir Çocukla İlgili...

Şu anda gözümün önünde küçücük yakışıklı bir çocuk canlanıyor...
Gülümseyen şirin yüzüyle, büyük bir keyifle elindeki dondurmasını yiyor,
Sonra yine o çocuğu düşünüyorum büyümüşte arkadaşlarıyla silgi savaşı yapıyor,
Bu sefer o çocuk büyümüş çılgın bir delikanlı olmuş, iyi okullarda okumuş,
İşte o çocuk başarılı olmuş, hayatını istediği gibi yaşamış,

Tek bir bakışla ve gülümsemesiyle istediğini yaptırıyor,
Zaman geçmiş o çocuk olgun bir genç adam olmuş,

Hoşçakal deme vakti gelmiş mi...
İçimden diliyorum hep dondurma yerken mutlu olduğun gibi ol diye....

4 Ocak 2008 Cuma

Eziyet Öncesi Huzur Mu?

Yılın son günü bizim için çok keyifsiz geçti. Pazartesi günü Kaan rahatsızlandı, ağır bir bağırsak enfeksiyonu, ve ardından kendimizi Amerikan Hastanesi'nin Acil servisinde bulduk. Kontrol, tedavi, bekleme derken o geceyi Amerikan Hastanesi'nde geçirdik. Kaan sabaha kadar serum aldı. Tahmin edersiniz ki Kaan'ın ağlaması, üzüntüsü, korkusu bizim yüreğimize x5 yansıyor. Sabaha kadar hep yanındaydık... Ertesi gün, yani yılbaşı günü, ancak öğlen saatlerinde hastaneden taburcu olduk. Kaan'ın tedavisi hala evde devam ediyor. Bir de üzerine bakıcımız Bulgaristan'a gitti. Allahtan annem hızır servis olarak Adana'dan geldi... Kısadan hisse, benim unutmakta ısrarcı olduğum ama hayatın bana hep hatırlattığı birşey var aklımda; 'Asla kesin planlar yapma, yapsan bile gerçekleşmeyeceklerine dair hep bir kuşku payı bırak içinde!'

İşte yılbaşı gecesi 12:00'yi bile bekleyemeden uyuduğum, hastalıklarla boğuştuğumuz, sınavlarımın olduğu, ders projesini bitirmek, dönem projesine başlamak zorunda olduğum keyifsiz ve yorucu bir 2008 haftasında kar yağışı bana çok iyi geldi. Dün direksiyonda o keyifli Ortaköy-Beşiktaş sahil yolunda usul usul yağan kar ruhuma huzur getirdi. Tek bana değil sanki tüm İstanbul huzurluydu o anda... Kimse birbirini geçmek için didiş miyordu, korna çalan yoktu; Orhan Pamuk romanlarındaki durağan bir sahnede herkes telaş etmeden, tıpkı yağan kar gibi, sakin sakin ilerliyordu. Kar İstanbul'lulara bir neden vermişti bence... Bu inanılmaz günlük tempo içinde bir mola... İş toplantısına, eve, buluşmaya, okula geç kalınabilirdi artık, çünkü İstanbul'da kar yağıyordu. Ana yollarda yavaş yavaş ilerleyenler bile herzamanki sıkıntıdan uzaktı bence, çünkü kar hepimizin bahanesiydi. Hayatta bazen bahanelere ihtiyaç var! Pasteur'ün harika bir sözü var, yeni öğrendiğim, ' İlham hazırlıklı beyinlere güler'. İşte hayatta böyle kısa mollalar ruhlarımızı birazcık dinlendirip, hayata karşı daha hazırlı hale getirmiyor mu bizleri?

Şimdi laptop'ımın başında, Kız Kulesi'ne ve grileşen denize bakarken, usulca kar yağıyor ve düşünüyorum... Eziyete dönüşmeden önce bu karın tadını çıkarmak lazım...