Huzur Dolu Bir Sabah Sizin Olsun...

Huzur dolu bir sabah...
Süt kokan koridorlar...
Sımsıcak bir dokunuş...
Sizin olsun, Sevgiyle...


Lilypie 3rd Birthday Ticker

21 Şubat 2008 Perşembe

Eninde Sonunda Adana'ya Geleceksiniz;)





Yazının başlığını Sinan Tanyıldız'ın Referans'taki Çukurova köşesindeki yazısından aldım( http://www.referansgazetesi.com/sonhaber.aspx?YZR_KOD=117). Sömestr tatili için Adana'daydım ve geldiğimden beri yazmaya bir türlü fırsatım olmamıştı. Bu sabah Sinan Bey'in köşesini okuduktan sonra artık daha fazla dayanamadım.
Günler o kadar hızlı gidiyorki hiçbirşeye istediğim kadar zaman ayıramıyorum. Ne zaman Şubat geldi, Adana'ya gittik ve döndük düzgün sıraya koyamıyorum bile. Bu nedenle zaman yönetimiyle ilgili her türlü yazı dikkatimi çekiyor, Sinan Bey'de yazısının başlığını 'Yılda 720 saat kazanabilirsiniz' diye koyunca duşa girmeyi, kahvaltıyı bitirmeyi, Kaan'ı okuldan almak için çok az zaman kalmasını falan bir tarafa bırakıp yazıyı bir solukta okudum. Konu Deulcom'un sahibi Baybars Bey'in eşi ve çocuklarıyla Adana'ya yerleşmesi üzerine. Deulcom'un İstanbul başta olmak üzere çeşitli şehirlerde şubeleri var. Ben de Baybars Bey'i Hakan aracılığıyla dolaylı olarak tanıyorum ve kendisinin Adana'ya taşınıp işlerini burdan yürütmesi bana umut vermedi değil:) Çünkü en baştan beri, taa üniversite yıllarından itibaren Adana'ya bir gün döneceğimi düşünürüm. Ancak İstanbul'da evlenip yerleşince, bu hayal bana oldukça uzak görünür olmuştu. Hemen yazıyı kesip buzdolabına yapıştıracağım, bakalım...:)

Şöyle basit bir hesap yapmışlar, Adana'ya taşındıktan sonra Baybars Bey'in işe varması için 15 dk yeterliymiş, oysa İstanbul'da ancak İstanbul merkezine 1 saat 15 dk'da ulaşabiliyormuş. Sadece bunu hesaba katarak artık günde 2 saat fazladan zamanı olduğunu; yani ayda 60 saatten yılda 720 saat kazandığını söylüyor. Kesinlikle doğru! Benim de İstanbul'la derdim bu zaten. Yoksa o muhteşem Boğaz, Karaköy manzarası, martı sesleri, eğlence yaşamına bir dediğim yok. Ama o trafik yokmu, herkesi mutsuz kılıyor; hele evli ve çocuk sahibiyseniz hiç çekilmez olabiliyor çoğu zaman.

En basiti dün saat 10.15'te evden çıktım, Anadolu yakasındaki teyzemin evine vardığımda saat 11.05'ti. Orda ancak Sedo'larla vedalaşabilmek için 45 dk. durabildim; ardından saat 12:00'ye geliyorken uçarak arabaya bindim binmesine ama arabam uçarak gidemedi. Tüm çabalarıma, bağırıp çağırmalarım ve söylenmelerim eşlik ederken Robert'in kapısından içeri girdiğimde saat 13:10'du. Oysa Kaan'ı 12:30'da almış olmam gerekiyordu. Allahtan okula tüm gün giden çocuklar varda sorun olmuyor. Kaan'ı aldıktan sonra eve gelmem, inanmayacaksınız ama, tam bir saat sürdü. Kaan aç olmanın yanı sıra, korna seslerinden uyayamadığı için oldukça huysuzdu. Evde de toparlanamadık bir türlü. Evdeki bağrış çağrıştan sonra 14:00'te Kaan'ı bırakıp yine uçarak Fulya Terrace'a gittim. Oraya verdığımda saat14:30'du, 15:30'da Hakan gelip beni aldı ve 16:00'daki veli toplantısına yetiştik. Sonra kar yüzünden yapamadığım market alışverişi ve ev. Evden içeri girdiğimizde saat 19:00'a geliyordu. En basit hesapla yaklaşık 5 saatim sadece hiçbirşey yapmadan trafikte geçmiş. Korkunç! Oysa yıllar bu kadar hızlı geçerken o 5 saat ne kadarda değerli. Bir gün boyunca sadece ve sadece kendime ayırabildiğim 30 dakika var, yanlış anlaşılmasın bu dakikaları da sadece temel ihtiyaçlar için (duş, kahvaltı, giyinme) kullanabiliyorum. Tabiki hergün böyle değil ama İstanbul'da bir anne olunca ne yazık ki çoğu zaman böyle geçiyor. Çalışan anneler için ise durum daha da vahim mi yoksa daha iyi mi karar veremiyorum bazen. Sonuçta çocuğa bakan birileri var ve onlar en azından arkadaşlarıyla bir kahve sohbeti, öğle yemeği kaçamağı yapabiliyorlar. Çok canları istese işi bir kenara bırakıp yarım saatlerini sadece kendilerine ayırabilirler. Ama bir çocuğun tüm sorumluluğu üstünüzde olduğunda kaçış yok; sabah kavaltılarını yaptırmak, okuldan almak, öğle yemeği yedirmek, oyun oynamak gibi asli ve kaçılamaz görevleriniz var. Mesela şu anda Kaan uyudu ( hergün öğlenleri uyumaz yani bugün şanslı günüm) ve ne yapacağımı şaşırdım; yemek mi yesem, blog'uma mı yazsam, bitirme projem üzerine mi çalışsam, okumam gereken kitapları mı okusam, etc. İşte İstanbul'da yaşam benim için böyle birşey, gelelim Adana'ya...












Sedo, kızı Derin , ben ve Kaan 1 hafta kadar Adana'daydık. Gürültü patırtı, bağrış çağrış, hastalık derken zaman çok çabuk geçti. Ama tüm zamanlar bize aitti bu sefer, trafiğe 1dk mı bile kaptırmadım, ne büyük bir mutluluk. İstanbul'la kıyas yapabilmek için Adana'daki bir günden örnek vermek istedim.




Ev dağnıkmış, çocuklar anneler pijamalıymış kimin umrunda çünkü biz ADANA'dayız:))





Sabahları kahvaltı telaşından sonra, anne evinde olmanın verdiği rahatlıkla uzunca bir süre pijama ile dolaşma, hep birlikte sabah kahvesi içme, gırgır faslından sonra Kaan'ı pusete koyup doğru Atatürk parkına. Atatürk parkına gitmem 3-5 dk arası sürüyordu; biz bu parkta Kaan'la o kadar çok eğleniyoruz ki...

Hava güzel, çok bakımlı kocaman bir park, koşturan köpekler, yerden fışkıran sular, meyve yüklü portakal ağaçları. Çocuk haklı alışık değil, portakal toplayıp pusete dolduruyoruz, Kaan istediği gibi özgürce koşuyor, her yer rengarek çiçek dolu...
Düşünsenize İstanbul'da hiç ağaçtan portakal topladınız mı, yanlış anlamayın şehrin merkezinden bahsediyorum:)
1 saat içerisinde o kadar eğleniyoruz ki eve bazen uyuyarak dönüyor, o 4 dk lık kısacık yolda bile (kimi zaman bizim garajdan çıkmam bu kadar sürer İstanbul'da). Sonra evde Kaan uyumamışsa öğle yemeğini yiyor, ben anneanneye bırakıp çıkıyorum (anneanne varken istersem tüm gün dışarda kalabilirim işte o özgürlük hissi varya onu hissetmek bile yeter). Kaan uyurken ben Amerikan pazarında alışveriş yapıp, kuaförde saçımı yaptırıp, Pasta'dan öğleden sonra gelecek Burçak'lar için birşeyler alıp eve dönebiliyorum. Kaan uyanmamış bile:) Oysa bu süre zarfında ben ancak arabayla kuaförün kapısına ulaşmış olurdum.
Buradan yola çıkarak ütopik yaşantım şöyle olabilir:) Hafta içi Adana'da yaşam, haftasonları İstanbul'daki eve gidiş ve dilediğin zaman yurtdışı seyahatleri. Adana'da trafikten arta kalan o kadar zaman var ki yaşamak için ister İstanbul'a gitmek için ister Barcelona'da değerlendir.

PS: Nigar Teyzemlerin evinde kuzenlerle çekilmiş bir fotoğraf... Bu fotoğrafta en çok neyi sevdim biliyor musunuz? Benim çocukluk albümümdeki fotoğraflara çok benzemesini. İşte Adana bana bunu yaşatıyor, durağanlık, huzur, tanıdıklığın verdiği güven.








Gülsüm (kızı Mısra, oğlu Emir), Ben (oğlum Kaan), Yağmur, Sedo(kızı Derin)

1 yorum:

Unknown dedi ki...

baybars bey olayından sonra hakan abi yandı desene sen şuna.. bu arada yalancıktan adanalım, onlar portakal değil turunç bi kere. meyvesi acı olduğundan yenmez-toplanmaz genelde..